17 Kasım 2014 Pazartesi

Memleketimmmmm

İnsan yaşlandıkça doğduğu toprak kıymet kazanır çok özlermiş anılarına ait her şeyi.

Oysa ben yaşlanmadan özlemlerle doluyum Trabzon'umun taşına toprağına. Duyguları ,renkleri sımsıcak taşıyan kocaman aileme olan özlemlerim bir yana tarihin akışını değiştirenleri yetiştiren ve her zaman odak olan Trabzon'un taşını toprağını özlüyorum. Yağmurları bile başkadır bizim oraların, insanı gibi sormadan deli dolu ama dupduru yağar.Yağmurlarında ıslanmayı özlediğim canım kentim....

Bir kent düşünün ki hem tarihin beşiğinde yer alsın, hem hava alanı hem limanı hem üniversitesi olsun ama pek fazla ülke odağında yer almasın.Bu bana ilginç geliyor.İlginç geliyor ama bir yandan da memnunum çünkü medeniyet dediğimiz tek dişi kalmış canavarın geldiği yerlere her zaman harika şeyler getirdiği söylenemez.Değişimin büyüğü , güzelliğin aslını bozmuyor mu?

Oysa ben istiyorum ki büyükbabamın her Salı gittiği Akçaabat pazarındaki toprak kokan o kadınlar hep orada olsunlar.Ben istiyorum ki Yavuz Sultanları Kanunileri ağırlamış kentimin tarihi dokusu deforme olmadan kalsın.Denizi hep dizginsiz deli deniz, rüzgârı hep yosun kokulu kalsın. Kemeraltı'ya inen yokuşun her taşında çocukluğumdan bir anı kalsın.O Trabzon simidi var ya o Trabzon simidi...simit sarayı açanları "bak simit öyle değil böyle olur" diye süründüren Trabzon simidi....işte en çok da o aynı kalsın.

Oysa şimdiden biliyorum, her ayrılışımda Trabzon biraz , ben biraz değişiyoruz. Geri döndüğümde ne o ne ben aynı kalamıyoruz.


Olsun, değişim hayatın gereği.En önemli özellikler yani belirleyici olanlar aynı kalsın..o da bana yetecek inşallah.


Eh, burada mikrofonu Volkan Konak'a vermemek olmaz di mi ya

 :-)

Sen anlat, sen ağlat Karadenizin çocuğu...









memleketim memleketim memleketim,
ne kasketim kaldı senin ora işi
ne yollarını taşımış ayakkabım,
son mintanın da sırtımda paralandı çoktan,
şile bezindendi.
sen şimdi saçımın akında,
enfarktında yüreğimin,
ve alnımın çizgilerindesin, memleketim,
memleketim memleketim

yine cisil cisil mi yağıyor yağmur uzun sokağın taşlarına
ganitanın kayıklarında martılar gizliden gizliye öpüşüyorlar mı
deniz kokulu kentimi düşünüyorum orhan veli'nin istanbuluna inat
anıların şehrini düşünüyorum ayrılıkların ötesinde bir yerden
taşbaşının dar sokağından denize inen simitçinin ve hamsicinin sesi geliyor
tavada cısır cısır öten tereyağının kokusuna
meydanındaki limoncunun tablasına bir hoş olmuşum
deniz kokulu kentimi düşünüyorum orhan veli'nin istanbuluna inat
varsın yağsın yağmur cisil cisil üstüne
ellerin cebinde ya, yürüyorsun ya o şehrin sokaklarında, yağmurdan sanane
yürüyüp gitmeli limana, oradan da mendireğe, taa ucuna kadar
ve çökmeli bir taşın üstüne
ama karayel patlamış, fırtına varmış, dalgalar adam boyuna geliyorlarmış, ıslanıyormuşsun
vakit de akşamlardan bir akşammış sanane
kalkanoğlunun pilavını
mehmet salih'in çayını
bodos'un meyhanesini
gülbahçenin dönerini
ve pazar sabahlarının vazgeçilmez peynirlisini çekiyor canım
deniz kokulu kentimi düşünüyorum orhan veli'nin istanbuluna inat
yeşilin bin tonunu koynunda barındıran
yüce karlı dağların bile selam durduğu o güzelim şehre,
istanbul'un soğuk ve çirkin akşamlarından binlerce sevgi
meydandan kalktık mıydı saate varmaz hamsiköydeyiz
konakoğlunda oturur başbaşa sütlaç yeriz
naraburnundan eser bir rüzgar, olur içimiz tertemiz
bu sene gidemiyorum, seneye birlikte gideriz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder